YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Sosyal Fobi” kitabıyla tanıdığımız ” Müsebbiha Kılınç” var.
Merhabalar Müsebbiha Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Selamlar, öncelikle ben nazik davetiniz, ruh sağlığı konusundaki hassasiyetiniz ve insanlarımızı bilgilendirme isteğinize çok teşekkür ederim. Klinik Psikoloğum yaklaşık 6 yıldır Antalya’da Özel Olimpos Hastanesinde çalışıyorum. Yoğunlukla; kaygı, travma, yas ve yeme bozuklukları üzerinde çalışıyorum. Sanıyorum ilgi alanlarımda bir süre sonrasında başvuru ihtiyaçlarına göre şekillendi bu süreçte. Bir hocam depresyonu çoğunlukla psikolojinin gribal enfeksiyonu gibi kabul ederdi ancak içinde bulunduğumuz çağ dünya adına bireylerin kaygı düzeylerinde gün be gün dramatik değişikliklere sebep olabiliyor. Değişen koşullar, gündelik hayat ve daha nicesi özellikle pandemi sonrası bizi gerçekten zorlayabilecek bir hale geldi. Literatür incelediğimde ve yurtdışındaki meslektaşlarımla konuştuğumda onlarında bu konuda benimle hemfikir olduğunu gözlemliyorum. Sanıyorum ki içinde bulunduğumuz çağın en büyük meselelerinden biri kaygı. “Carpe Diem” sözünü muhakkak bir yerlerde duymuş ya da okumuşsunuzdur. Türkçe’si “anı yaşa” demek. Şöyle bir gözlem yaptığımızda aslında neredeyse kimse bugünün içinde değil herkes yoğun kaygı ve korkuyla yarına hazırlık yapma derdinde. Tabii ki tüm bunların yanında sadece yaşamsal değil kişiler arası kaygı düzeyimiz de bir hayli arttı. Çoğu zaman artmış olan bu kaygı düzeyi de bir çok psikolojik rahatsızlığı beraberinde sürükleyebiliyor.
“Sosyal Fobi” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Bu kitabı oluştururken kendi potansiyelini başkalarının rızasına bırakmış olan herkesi düşündüm ve günün sonunda her birine fayda sağlamasını umarak kaleme aldım. Sosyal fobi günümüzde net anlaşılabilmiş bir şey değil henüz. Bunun büyük etkisinin de kültür olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz Türk kültürü çok hoşgörü ve ötekinin afiyetini daha fazla gözeten bir kültür. Bizim evimize gelen misafir de, bir arkadaşımız da, az tanıdığımız kimseler de genellikle hep bizden önce geliyor. Çünkü insanları afiyette hissettirebilmenin kıymetini çocukluğumuzdan bu yana bize aktarılan kültürle birlikte deneyimlemeye başlıyoruz. Kitabı iki bölüm üzerine tasarladık birinci bölümde daha teorik, kuramsal ve kişinin kendini anlaması ve durumu sağlıklı bir şekilde çerçeveleyebilmesi adına bilgiler ve çalışmalar var. İkinci bölümde ise bireyin kendi ile planlayıp denemeye geçebileceği pratikler, çalışmalar, egzersizler mevcut. Aynı zamanda kitaba eriştiklerinde bir çok egzersizi de eklenen qr kod sayesinde benim sesimden deneyimleyebilecekler. Kitabı mümkün olduğunda sade bir dille oluşturduk. Bu sayede umuyorum ki “kendi kendine terapi serisi” tanımına uyan bir kitap ortaya çıkarmış olduk. Beni en çok heyecanlandıran kısmı ise kişinin çalışmalarını aşamalandırırken aynı zamanda ilerlediği yolu da görebilme şansı elde etmesi. Bu anlamla sonuçlar adına beni de heyecanlandıran bir kitap oldu. Erken erişenlerin ve okumayı tamamlayanların da bu doğrultuda aldığım yorumları da beni bu konuda heyecanlandırmaya devam ediyor. Çünkü hiç tanımadığınız bir insan sizin cümlelerinize erişiyor ve kendi hayatında bir şeyleri düzenlemeye gidiyor. Birinin hayatında fayda ile anılabilmek benim için bu kitabın en önemli noktası.
Korku dediğimiz şey bizimle birlikte mi doğuyor yoksa sonradan mı öğreniyoruz? Kalıtımla gelen faktörler var mı?
Korkunun bir kısmı genetik olarak aktarılır. Üstelik sadece korku değil bir çok özelliğimiz genetik olarak aktarılır ancak korkunun büyük bir kısmı da gözlemleyerek öğrenilir. Özellikle çocukluk çağında çocuğun etrafındaki yetişkinlerin davranışını bir kamera gibi kayda alma durumu içeriyorsa korkuyu da kaydetmesini sağlar. Mesela fobilerle yoğun çalışırken aslında bireyin fobisinin sebepsiz bir şekilde sadece annesinin ya da babasının ya da çocukluk çağındaki bir yakınının korkusunu gözlemlemesi sonucunda başladığını gözlemleme şansımız oluyor. Bu sebeple korkunun bir kısmının genetik aktarımla sahip olunan bir kısmının da gözlem yoluyla aktarılan bir şey olduğunu bilmekte fayda var.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak kafanın içinde karman çorman duran her şeyi rengine, şekline, dokusuna göre ayırma eylemi gibi. Karmaşıklaşan ne varsa yazarak duyguma tekrar bakarım günlük hayatımda bu hem yaşanan şeyi yanlış depolamamın önünde durur çünkü böylesi daha objektif bir bakış açısı geliştirmemi sağlar hem de hayatımdaki hangi konuya nasıl yaklaştığımı kaydetmek kıymetlidir. En nihayetinde günler sabah evden çıkmak ve eve dönmekten çok daha fazlası. Bir çok şey birikiyor zihnimize acı, keder, yas sevinç. Bu duygulardan her birinin bir tadı var ama hepsi aynı tabakta çok lezzetli durmuyor. Dolayısıyla ayrıştırmak ve anlamak oldukça değerli ve önemli. Çok küçük yaşlardan beri deneme yazıyorum. Sanıyorum ki benim için öz bakımın bir parçası yazabilmek. Çünkü yazmak bizlere hakkında hiç konuşmadığımız belki de konuşamayacağımız konularda bile kendimizi yalnızlaştırmadan içimizle konuşabilme şansı veriyor. Bazı insanların yazma konusunda sık sık kelimelerle arasının iyi olabilmesini bir ön koşul olarak kabul ettiğini işitiyorum. Ancak yazmak için özel bir yeteneğe ihtiyacımız yok. Duygumuz varolduğu sürece ve hissetmeye devam edebildiğimiz sürece kendimize böyle bir alan açabilmek ve bunu yaşamın içinde alışkanlık haline getirebilmek oldukça besleyici bir kaynak.
Bakıldığında bir dünya var ve o dünyanın içinde milyonlarca insan da… Buna da “Edebiyat” adı veriliyor. Ama sorulduğunda da hayal deniliyor. Edebiyat gerçekten nerede yaşanıyor?
Benim idrakıma göre edebiyat benim,sizin, ötekinin duygusuna uygun geldiği yerde yaşıyor. Yani şöyle hepimizin yaşadığı farklı duygular bu duyguların farklı tatları ve her birimizin içinde farklı farklı boşluklar var. Edebiyat dediğimiz şey biraz da kendi içimizdeki boşlukları duygumuzun rengine uygun olanla doldurabilmek gibi geliyor. Bu konunun sonu şimdi tekrar sanat sanat için mi yoksa toplum için mi olmalı noktasına gidecek gibi görünüyor J ancak kesin olan bir şey varsa o da edebiyatın herkesin zihninde farklı bir odayı farklı şekillerde kapladığıdır.
“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Üretkenliği artırmış gibi görünüyor ancak tabii bu işle daha yoğun ilgilenen insanların düşüncelerini almak gerekiyor. Sanırım üretimin fazla olması bu anlamdaki kaliteyi bir parça düşürüyor. Eser bırakan insan sayısı artıyor her geçen gün ancak bırakılan eser sayısındaki artışı değerlendirebilmek için sanıyorum büyük edebiyat eleştirmenlerine sormak gerekecek J ancak gözlemlediğim şey erişilebilirliğin hayatı kolaylaştırması. Örneğin artık spor yaparken, yemek yaparken ya da araç kullanırken kitap dinleyebiliyoruz. Ya da telefonlarımıza indirip okuma yapmaya her yerde kolaylıkla devam edebiliyoruz. Bir çok insan kitaba dokunmayı daha kıymetli ve mühim buluyor olsa da bence kolayımıza hizmet eden ve günün sonunda bizi ulaşmak istediğimiz o bilgiye ulaştırabilen her yol kıymetli.
Yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz?
Çok yoğun çalışıyorum. Hastanede mesaim bittiğinde de çoğunlukla şehir dışından ve yurtdışından danışanlarımın online seanslarını tamamlıyorum. Eğitim seminerlerine ve etkinliklere katılım sağlıyorum. Zaman zaman bünye bir parça yorulma sinyali veriyor J bu sebeple elimden geldiğince kendimi de besleyecek kaynakları eksik etmemeye çalışıyorum. Özellikle spor hayatımda mühim bir kaynak. Bir köpeğim var Cookie aslında ben onun insanıyım demem daha doğru olur J onunla zaman geçirmek benim en büyük terapim. Elbette mümkün olduğunca ekrandan uzak kalarak sevdiklerimle zaman geçirmek, sohbet etmek, günü konuşabilmek, fikir almak ve fikir vermek beni sürekli olarak bir sonraki güne hazır hale getiriyor. Gerçek zamanlı, ekransız, insan temaslı olan her deneyimin içinde bulunduğumuz dönem içinde batarya ömrümüzü uzattığına inancım büyük doğrusu.
En son okuduğunuz kitap nedir? Fethiye Haber okurlarına tavsiye edebileceğiniz kitap ya da kitaplar var mıdır?
En son Johann Hari’nin kaybolan bağlar kitabını okudum. Bir önceki soruda da bahsettiğim günlük hayatta bireysel kaynak ve değerler kullanımı üzerine güzel bir kitap. Söz konusu kitap önerisi olunca benim cümlelerim hep havada kalacakmış gibi hissederim çünkü bir kitaptan kim neye ihtiyacı varsa en çok onu çekip alıyor. Dolayısıyla evrensel bir öneri tanımı bulmakta zorlanıyorum. Kişisel gelişim kavramına bu sebeple inancım bir hayli düşük. Her bireyin kişisel dönüşüm ve değişim noktasını farklı buluyorum. Böylesine biricik ve kişisel olan bir şeyin kitlelerde aynı etkiyi yapacağına inancım pek az J ama okumak kıymetli. Neyi seviyorsak, ne ile ilgileniyorsak, günlük bir makale, ya da gazet pasajı okuma alışkanlığı her birimizin hayatında muhakkak olmalı diye düşünüyorum.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Geçenlerde X (Twitter)’de bir paylaşım gördüm şöyle diyordu “ lisede 2 günde Reşat Nuri Güntekin’in – Çalıkuşu kitabını bitiren beynimle şu andaki beynim aynı olamaz” bu gönderiyi okuyunca bir aydınlanma yaşadım. Elimizde, çantamızda, yatak başımızda, sıramızın altında hep kitap olurdu. Serileri hevesle takip eder hemen okurduk. Ama şimdi gözlemleyince bizlerdeki okuma alışkanlığını yeni nesil dizi izleme platformlarına bıraktı. Bizim 2 günde roman bitirme alışkanlığımız şimdilerde genç nesil tarafından “ 2 günde dizinin yeni sezonunu silip süpürmek” olarak geçiyor. Dürüst olmak gerekirse okuma hızım ve alışkanlığım eskisi gibi değil. Gerçekten ortaokul lisede kitap almak için can atan daha yoldayken okumaya başlayan o eski benden de pek eser yok gibi. Daha kolaya kaçar, daha kolayı ister hale geldik. Bu konuda da dopaminerjik etkiyi arıyor olmamızın etkisi çok büyük. Zihin kolay olana yani ekrana alıştı bir kere.
Değerli Müsebbiha Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Bu keyifli sohbet ve güncel konular hakkında sohbet edebilmek bana da çok iyi geldi. Çok teşekkür ederim.