YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar” kitabıyla tanıdığımız “Nazan ÇİNKO” var.
Merhabalar Nazan Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Emekli bir kimya öğretmeniyim. Bandırma’da doğdum, Bandırma’da yaşıyorum. Evli, bir çocuk ve bir torun sahibiyim. Çok renkli bir hayat profili çıkmadı sanırım ortaya. Renklendireyim biraz. Kendimi bildim bileli okurum ve yazarım. Bu bölüm ise heyecan verici.
“Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Neler beklemiyor desem öncelikle. Öykülerimde altı çizilecek cümleler beklemiyor onları. Hayatı kolaylaştıracak formüller de yok. Pembe tablolar da yok. Sıkışmış kadınlar var. Şu anda bunları yazıyor iken sayılarını bilemeyeceğimiz kadar çok kadın şiddete uğruyor. Dört duvar arasında. İşte o kadınlar bekliyor onları.
Öykü yazmanın en zor kısımlarından biri de olay örgüsünü oluşturabilmektir. Bu eserinizdeki olaylar yaşanmış bir yere mi dayanıyor yoksa kurgu mu?
Sadece ilham ya da sadece dış etkilerle açıklamak mümkün değil kurguyu tasarlamak. Bazen çevremizden dinlediğimiz bir hikâye kıvılcımı oluşturur. Bazen bir film sahnesi. Okuduğumuz kitaptan bir paragraf. Bazen de bir anı büyür büyür sayfalara yayılır. Eser sanki kendi kendini yaratır. Çok zaman düşünürüm bu öyküyü ben nasıl yazdım, diye.
Nazan Hanım, yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Hayatım günlüklere içimi dökmekle geçmiş. Tüm yaşamımda en önemli aksesuarlarım kalem, defter olmuş. Yazma dürtüsü yaradılışta olan diye düşünüyorum. Sanki bir alışkanlık. Farkında olmadan yaptığınız, bir yaşama biçimi. Daha süslü cümlelerle ifade etmek gerekirse, yazmak, dünyanın bizim etrafımızda dönmediğini göstermektir. Ya da insanları irkiltmek… Bazen mecburiyet… Kim bilir belki de bu dünyaya katlanabilmek için başka yol bulamamaktır.
Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dijitalleşme deyince önce sosyal medyanın bana etkisinden bahsetmek isterim. Sosyal medya sayfaları olmasaydı yazdıklarım benimle kalacaktı. Paylaşmayacaktım. Çünkü yazar olmak gibi bir hayalim ya da düşüncem yoktu. 60 yaşında çiçeği burnunda bir yazar olarak tamamen dijitalleşmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış bulunuyorum. J Bu arada çevremde birçok kişi dijitalleşmenin nimetlerinden de faydalanıyor. Okumaya zamanı olmayanlar dinleme faslına geçmişler. Ben de birçok dergiyi dijital olarak takip ediyorum.
Genç nesil için ise endişelenmemek mümkün değil. Çünkü dijital ekran başka bir dünya. Hızlı ve enerjik. Oysa okumak için sakin bir dünya ve dingin bir kafa gerekir. Bu açıdan olumsuz olarak değerlendiriyorum L
Peki, “Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar” kitabınızın yazma serüveni nasıl başladı?
Net bir şekilde söylemeliyim ki yazma serüvenim kitap basmak fikri ile başlamadı. Ben sadece emekliliğimde kendim için bir şeyler yapmak, bugüne kadar toplumun dayattığı çizgide yaşadığım hayattan kurtulmak istedim. Yazı atölyelerine katıldım. Çünkü orada benim gibi edebiyattan, romandan, yazıdan hoşlanan insanlar vardı. Amacım sadece edebiyat konuşabileceğimiz ortamlarda bulunmaktı. Yazdık bu arada. Öyküler çoğaldı. Dergilere gönderiliyor, dediler gönderdim. Yayınlandı. Sonra yarışma, dediler. Yarışmaya gönderdim, kendi çapımda bir derece elde ettim. Yine devam ediyordum, hiç bırakmadım atölyeleri. Artık o kadar çok öyküm vardı ki elimde. Sırada kitap dediler. Hiç anlamadım, kendiliğinden oldu, desem.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Öykü dalında yazmaya başlayınca bütün çıkan ilk kitapları, ödüllü olanları aldım. Ve tabi ki usta öykücülerin hepsini tekrar tekrar okudum. Ne yazmışlar, nasıl yazmışlar, neden yazmışlar. Selim İleri çok besliyor beni. Trevor’da öyle. Murathan Mungan, Selçuk Baran’ı unutmayayım. Arada kendim için romana dönüyorum. Tadını unutmayayım, diye. Yaşar Kemal, Dostoyevski, Cahide Birgül, Dino Buzzati, Ishiguro… Biri beni durdursun diyeceğim. Kısacası ben bütün kitapları büyük bir açlıkla okumak istiyorum.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Yazmak değil de yazdıklarını paylaşmak büyük bir cesaret işi gibi bence. Kendine yazdıkların bir anda başkasının oluyor. Bana zor gelen bu oldu.
Önerim ise yukarıda bahsettiğim kendi edebiyat yolculuğumu anlatmak olabilir sadece.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
“Türkiye’de son 12 ay içerisinde 15 yaş ve üzeri fertlerin yüzde 69’u hiç kitap okumadı” – 24.07.2023, Sputnik Türkiye.
“Türkiye’de toplumun düzenli kitap okuma oranı% 0,1, kitap toplum yaşamında önem sıralamasında 235 sırada, toplumun% 75’i kitap okumuyor,% 40 hiç kütüphaneye gitmemiş.” İnternet Bilgi
Yorumsuz.
Gençlere ise sadece bizi affetsinler, diyorum. Onları böyle bir dünyaya mahkûm ettiğimiz için.
Değerli Nazan Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Ben çok teşekkür ederim. Duygu ve düşüncelerimi yansıtmama vesile olduğunuz için.