YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Son Sardunya” kitabıyla tanıdığımız “Dilvin GERÇEK” var.
Merhabalar Dilvin Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhaba Hakan Bey. Nazik davetiniz için ben teşekkür ederim. En özet haliyle bahsedeyim kendimden. İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Çok uzun yıllar ‘beyaz yakalı’ dünyasına mecburî dahlim sonrasında 7 sene kadar eğitim sektöründe İngilizce öğretmeni ve yönetici olarak görev aldım. Ortaokul, lise yıllarında şiir okumak ve yazmak suretiyle amatörce uğraştığım edebiyat dünyasına profesyonel olarak girişim ve hayalimi gerçekleştirmem, eve zorunlu kapanma dönemimiz olan pandemi süreci ile başladı. En büyük ilgi alanım, işimle bir olan edebiyatın her türü. Yeni bir roman üzerinde çalışmadığım her an mektup, günce, şiir, deneme yazmayı ve türümün iyi örneklerini okumayı elimden gelen yoğunluk oranında sürdürüyorum. Futbolu kesintisiz takip etmeyi ve hakkında yazmayı çok seviyorum. Ayrıca haftanın belirli günleri spor yapıyorum. Saydıklarım dışında en çok keyif aldıklarım ise tiyatro izlemek ve ufkumu açacak yeni yerler görmek.
“Son Sardunya” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
“Son Sardunya” romanımda okuru; içinde aile, iş hayatı, arkadaşlık ilişkilerinin tümünü barındıran aşk merkezli bir hayat bekliyor. Günlük yaşamda dozu gittikçe artan duygusal şiddet sarmalını, buna maruz kalan kişinin döngüsünün nasıl değiştiğini, neler yapması gerektiğini, çözümün bu sele kapılıp kaybolmak mı yoksa itildiğimiz yerden silkinerek kalkmak mı olduğunu görüyoruz. İçinde insana dair her tür psikolojik öğeyi ve duygu durumlarını bulacaksınız. Roman sonlandığında ise her okuyanda ama az ama çok mutlaka yaratacağı önemli farkındalıklar var.
Roman yazmanın en zor yanlarından biri de kurgusal çalışma aşamasıdır. Sizin kitabınız tamamen yaşanmış bir kurguya mı dayanıyor yoksa hayal ürünü mü diyebiliriz?
Bana kalırsa tamamen yaşanmışı yazmak ile kurgu taban tabana zıt işler. Roman yazmak dediğimiz zaman, elbette yaşanmışlığın izlerini barındırsa da, bir kurgu gerektiriyor. Hatta birincil öğesi kurgu. Tamamen yaşanmışlığa dayanan metinler otobiyografi ya da biyografi olarak adlandırılmalı kanımca. Dolayısıyla benim romanım da öncelikle karakterlerin yaratımıyla başlayan, anlatmak istediklerimin iskeletini oluşturduktan sonra benim de içine girdiğim bir dünyayı sayfalara aktarmamla devam eden bir sıralamadan oluşuyor.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak benim için tanıdığım, tanımadığım herkesle haykırarak konuşmak, gerek bireysel gerek toplumsal dert edindiğim her şeyi dökmek ve karşı tarafa hissettirmeden herkese bir şeyler kazandırmak duygusu. Benimle hemfikir olan veya olmayan insanlara üzerinde konuşulacak başlıklar sunmak da buna dâhil. Gün içerisinde üç, dört saat dahi yazmak beni birileriyle günlerce konuşmaktan daha öte bir noktaya taşıyor. Kötülerin mutlaka kaybettiği, iyinin her zaman kazandığı, istediğiniz, eleştirdiğiniz tamamen keyfinizce bir dünya yaratmanın, yaratırken kendinizi de tamamen içinde yaşattığınız bir hayat, bir dünya inşa etmenin hazzını tam anlamıyla ifade edebilmek pek de mümkün değil aslında.
Bakıldığında bir dünya var ve o dünyanın içinde milyonlarca insan da… Buna da “Edebiyat” adı veriliyor. Ama sorulduğunda da hayal deniliyor. Edebiyat gerçekten nerede yaşanıyor?
Edebiyat, üretenin zihninde yaşanıyor. Bunu okuyanlar ise o süreç boyunca o dünyanın içinde geziyorlar. Müze ziyareti gibi düşünün. Yeterli konsantrasyonu sağlarsanız, gezerken kendinizi o dönemin o hayatın içinde bulursunuz. Eğer iyi bir seçim yapmışsanız, o kapıdan çıktıktan sonra bile bir süre etkisinden çıkamazsınız.
“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Genel anlamıyla düşünürsek, kötü bir yanı olmamalı. Dijitalde aksine çok daha fazla kişiye kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. İçerik ve üreten sayısı da oldukça arttı bu sayede. Böylece çok sayıda insana ve çeşitliliğe olanak sağlıyor dijitalleşme. İyiyi, kötüyü ayırt edebilmek adına okurun da nitelik olarak gücünü artırdığını düşünüyorum. Fakat şahsım adına ben biraz eskiciyim her konuda. Kitabın kokusu, sayfa çevirme hissi olmadan okumak bana aynı hazzı maalesef veremiyor.
Yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz?
Kendimi, özellikle zihnimi olabildiğince dinlendirmeye çaba gösteriyorum. Aslında yazan insan için boş durmak yok. Sosyal ortamlarda bulunduğum her ânım ağırlıklı olarak gözlem yapmakla geçiyor. Beslenebilmek adına eser miktarda röportaj okuyor ve film izliyorum. Vaktimin çoğunu evde geçirmek beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Evdeki zamanlarda en büyük terapim, köpeğim Toprak’a zaman ayırmak. Bir de hayatımda olan en yakınım dediklerim iki üç kişiye, her gün yüz yüze görüşemesem de mutlaka hayata dair her konuda yazıştığım ciddi bir zaman ayırıyorum.
En son okuduğunuz kitap nedir? Fethiye Haber okurlarına tavsiye edebileceğiniz kitap ya da kitaplar var mıdır?
Son bir ay içerisinde Kürşat Başar’ın ‘Başucumda Müzik’ ve ardından İnci Aral’ın ‘Ölü Erkek Kuşlar’ adlı eserlerini bitirdim. Okumayanlar için her ikisini de şiddetle tavsiye ederim. Bu hafta ortasında ise çok önceden okumuş olduğum Tolstoy / ‘İtiraflarım’ a başladım. Peşinden Turgenyev’in ‘İlk Aşk’ını okuyacağım. Tavsiye olarak bir ya da birkaç kitapla sınırlandırabilmem mümkün değil. Ancak Dostoyevski’nin tüm eserleri ve Türk Edebiyatı klasiklerinin öncelikli olarak özümsenmesinin oldukça önemli olduğuna inanıyorum.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Yüksek ölçüde çok güçlü bir edebiyata sahip bir ülke için hepimizin bildiği gibi maalesef okuma oranımız bir hayli düşük. Keyfine vararak, o dünyanın içine girerek okuma alışkanlığının çocuk yaşlarda okul ve aile tarafından verilmesi gerekliliği çok açık bir gerçek. Aileler, örnek teşkil ederek değil de dikte ederek bunu yapmaya çalıştıkça ne yazık ki oturmuyor bu alışkanlık. Okumayı “Boş vakit değerlendirmek” olarak görüp boş vakitlerimizi çoğunlukla uçucu ya da fayda sağlamayan şeylere ayırmayı tercih ediyoruz. Dijital ortamın da katkısı sayesinde şimdiki genç neslin, öncekilere oranla daha çok okuduğunu, daha çok araştırdığını görüyorum. Ve onların zamanla kendi janrını yaratacaklarını, edebiyat dâhil olmak üzere her alanda büyük yenilikler yaratacaklarını düşünüyorum.
Değerli Dilvin Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Keyifli sohbetimiz için ben çok teşekkür ederim. En kısa zamanda ‘Son Sardunya’nın daha da üzerine çıkacak bir eser ile buluşmak dileğiyle…