
YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Kibrit Kutusundaki Mektup” kitabıyla tanıdığımız “Cihan OLAN” var.
Merhabalar Cihan Bey, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhaba Hakan Bey, öncelikle bu değerli röportaj teklifiniz ve ilgili yaklaşımınız için çok teşekkür ederim. Kendimi tanıtacak olursam, 1986 yılının sonbahar mevsiminde Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı Uzunyar köyünde 8 çocuklu bir ailenin 4. Çocuğu olarak dünyaya geldim. Hayatımın ilk sekiz yılını köyde geçirdikten sonra, Bazı zorunlu sebeplerden dolayı ailece Bitlis merkeze taşındık. Burada Eğitim hayatıma, 100. Yıl Atatürk ilköğretim okuluyla başladım. Ailemin ekonomik sıkıntıları sebebiyle zorlu bir süreçten geçtim. Bu arada köyden geç gelmemizden kaynaklı olarak, eğitim hayatıma çok geç başladım. Öyle ki herkes 6 yaşında 1. Sınıfa başlarken, ben 10 yaşında başlamıştım. Bu geç kalmışlık belki de ömür boyu peşimi bırakmayacaktı. Devamında Bitlis lisesi ve 33 yaşında başladığım Bitlis Eren Üniversitesi Tarih Bölümünden 37 yaşında mezun oldum ve aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji bölümünü okuyorum. Eğitime başlanan hiçbir yaş geç kalınmış bir yaş değildir. Hayat başladığınız yerden başlıyor.
2011 yılında bir otobüs durağında, sanat atölyesi duyurusuyla Tiyatro sanatıyla tanıştım. Bu sanatla tanıştıktan sonra hayatım tamamıyla olumlu yönde değişmeye başladı. Bitlis Kültür ve Sanat Derneği bünyesinde kurduğumuz Tiyatro Bisad adlı ekiple Bitlis Merkez, ilçe ve bu ilçelere bağlı yaklaşık 600 köy okulunda ücretsiz tiyatro gösterisi sunmuş olup, Bitlis’i Ulusal ve Uluslararası festivallerde başarıyla temsil ettik. Sanata bulaşarak geleceğime yön verdim diyebilirim. Bir kitap kurduyum desem yeridir, evimde yaklaşık 800 kitaptan oluşan bir kütüphaneye sahibim, kütüphanemdeki kitap sayısının belki üç katı kadar da hediye etmişimdir. Sanat dallarına çok ilgili olmanın yanında, aynı zamanda şiir yazıyorum. Boş zamanlarımı genelde, sinema, tiyatro, kitap ve doğa gezintileriyle geçiririm.
“Kibrit Kutusundaki Mektup” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Otobiyografik romanımın genel konusu, gençlik yıllarımda yaşanan aşk serüvenleri, Bitlis’in tarihi, coğrafyası, kültür ve sosyal yapısıdır. Bu eser biraz da ihtiyaçtan doğmuştur. Hayatın paylaştıkça güzelleştiğini, bilginin de paylaştıkça zenginleştiğine vurgu yapıldığı ve en önemlisi de aşkın ve sevginin ne kadar değerli olduğunu ve bunu yaşayabilmenin herkese kısmet olamayacağını anlatmaya çalıştım. Bu eserde, zorluk yaşamadan hiçbir başarının mümkün olmadığına ve peşinden gidilmeyen hiçbir hayalin gerçekleşmeyeceğine tanıklık etmiş olacağız. Hayatım şekillendikçe ve yeni serüvenler yaşadıkça bu eseri yazmaya karar verdim. İnsan yaşadıkça yaşam anlam kazanır ve bu yaşadıklarını ölümsüzleştirme ihtiyacı hisseder. Atılan her adımın ve her eylemin bir sebebi vardır. Bu eser de sebepsiz değildir. Benim için çok özeldir çünkü çok özel ve değerli hikayeleri barındırıyor. Bir insanın, hayatımıza ne denli olumlu yansıyabileceğinin aynasıdır bu roman. Sevmenin hayatımızdaki yeri ve önemine değindim. Hepimiz de biliyoruz ki Aşksız hiçbir kitap ve hiçbir senaryo yazılamaz ve yazılmamıştır da. İnsanı ölümsüzleştiren ardında bıraktığı eser ya da eserleridir. Bu bazen çocuğunuz olur, bazen diktiğiniz bir ağaç, bazen de yazdığınız bir eser. Aslında en önemlisi de yaşadığınız hayatın olumlu ve olumsuz yönlerini insanlara bir ders, bir örnek ve bir tecrübe olarak aktarma ihtiyacı hissediyorsunuz. Ben de kendi hayat tecrübemi insanlara aktarmak ve paylaşmak istedim ki, herkes payına düşeni alsın ve yarar sağlasın. İyi ve doğruyu aktarmak kendime vazife olarak bildim. Bu kitapta olumlu şeyler karşısında olumsuz durumları da aktardım. Aktardım ki okuyucu iyi ve kötüyü karşılaştırıp ona göre kararlar alsın.
Son zamanlarda toplumda birtakım bozulmaların yaşandığı ve insanların özünü kaybetmeye başladığına tanıklık ediyoruz. Bunun en büyük sebebinin de Internet ve sosyal medya olduğunu kabul etmek lazım. Teknolojinin faydalı olduğu kadar zararlı yönlerinin olduğunu inkar edemeyiz, o yüzden bilinçli kullanmak esas olmalıdır. İnsan özünü kaybetmeye başladığı gün, vicdani gevşemeler ve bunun sonunda bir öz çıkar duygusu ön planda olur. Belirtmiş olduğum bu konuları da ihtiyaç olarak romanımda işledim. Genel olarak okuyucularımı bu konular bekliyor.
Roman yazmanın en zor yanlarından bir tanesi de olayları kurgulama aşamasıdır. Sizin romanınız tamamen kurgu mu yoksa bir yaşanmışlık derecesi var mı?
Romanımda kesinlikle kurgu yoktur. Anlatılanlar tamamıyla yaşanmış ve gerçek hikayelerdir. Kurgulamayı düşünmememin sebebi otobiyografik bir eser olmasından kaynaklı ve yaşananların doğallığını koruması gerektiğini düşündüğüm içindi. Kurgulama olmuş olsaydı içime sinen bir eser olmayacağı aşikardı. O yüzden balonu çok şişirip gösterişiyle ilgi çekmektense, kendi halinde bir eser meydana getirmeyi doğru buldum. Belki de okuyucu bu şekilde tad alacaktır. Doğrunun yanında yanlışı da göstermekten yanayım her zaman. Övgü varsa, eleştiri de olmalıdır. Eleştiri, her ne kadar itici bir tabir olarak görünse de, aslında bizim asıl pusulamızdır. O yüzden bu eserde sadelik hakimdir. Okurken belki birileri istediği havaya yakalayamayacaktır ama, yaşananların doğruluğundan da şüphe etmeyecektir.
“Kibrit Kutusundaki Mektup” kitabınızı yazma düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum romanımın yazımına 2012 yılında başladım ama, zaman zaman çeşitli sebeplerden dolayı ara vermek zorunda kaldıysam da Ağustos 2023’te eserimi tamamlamayı başardım. Öncelikle olarak şunu belirtmek gerekirse, bu roman bir ihtiyaçtan doğmuştur. Bu çalışma azmin, sabrın, iyi niyetin, uykusuz gecelerin ve fedakarlığın meyvesidir. Bu serüvenin başlangıç noktası ve fikrine gelecek olursak; 6 Yaşında gördüğüm bir rüya, bu yolculuğun ilham kaynağı ve ilk adımı oldu diyebiliriz. Bir öğlen vakti evin karşısındaki ahşap köprüden geçmeye çalıştığım esnada, gözüm suyun içindeki nesneye takıldı. Rüzgarın salladığı köprü nesneyi görmemi engelliyordu. Karşıya geçip dere kenarına gelince, suyun içindekinin bir kitap olduğunu fark ettim. Merak salıp kitabı almaya yeltenince, çok derinde olduğunu fark ettim. Hızlıca soyunup suya balıklama dalınca, suyun altında bir şey göremeyip gün yüzüne çıktım. Şoka girmiştim tekrar suya dalınca kitabın suyun altında sürüklendiğini gördüm, elimi uzattıkça kitap kayıp gidiyordu, bir süre bu şekilde suyun altında kitabı yakalamaya çalışırken nefes almak için suyun yüzeyine çıkınca gecenin karanlığıyla karşılaşınca ürperdim. O korkuyla ter içinde yatağımdan fırlayınca, dışarının hafiften aydınlandığını gördüm, hiç tereddüt etmeden elbisemi giydiğim gibi dışarıya fırlayıp dereye doğru koşmaya başlayınca ayağım takılıp yere düştüm. Başımı kaldırınca köprünün üstünde bir kız çocuğunun oynadığını gördüm, kız oynadıkça köprü sallanmaya başladı. Köprüden düşmek üzere olan kıza seslenince, sesimin çıkmadığını fark ettim, ne kadar bağırsam da sesim çıkmıyordu. Bu arada kız köprünün üstünden dereye düştü. kalkıp köprüye doğru koşacakken bir el beni tuttu. Dönünce babamın yüzündeki gergin bakışla karşılaştım. Babam “ hadi eve gidelim dedi” babamın sesiyle uyandığımda rüya içinde rüya görmüş olduğumu fark ettim. Bu rüya, sanırım kitaplara karşı bir sevgiyi bilinçaltıma aşılamıştı. . Yıllar sonra bunu bir hayale dönüştürdüm. Hayatım şekillendikçe ve yeni serüvenler yaşadıkça bu eseri yazmaya karar verdim. İnsan yaşadıkça yaşam anlam kazanır ve bu yaşadıklarını ölümsüzleştirme ihtiyacı hisseder. Atılan her adımın ve eylemin bir sebebi vardır. Bu eser de sebepsiz değildir. Benim için çok özeldir çünkü çok özel ve değerli hikayeleri barındırıyor. Bir insanın, hayatımıza ne denli olumlu yansıyabileceğinin aynasıdır bu roman. İnsanı ölümsüzleştiren ardında bıraktığı eser ya da eserleridir. Bu bazen çocuğunuz olur, bazen diktiğiniz bir ağaç, bazen de yazdığınız bir eser. Aslında en önemlisi de yaşadığınız hayatın olumlu ve olumsuz yönlerini insanlara bir ders, bir örnek ve bir tecrübe olarak aktarma ihtiyacı hissediyorsunuz. Ben de kendi hayat tecrübemi insanlara aktarmak ve paylaşmak istedim ki, herkes payına düşeni alsın ve yarar sağlasın. İyi ve doğruyu aktarmak kendime vazife olarak bildim. Bu kitapta olumlu şeyler karşısında olumsuz durumları da aktardım. Aktardım ki okuyucu iyi ve kötüyü karşılaştırıp ona göre kararlar alsın.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak, bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalık herkese nasip olmaz. İnsan yazdıkça kendini keşfediyor, bu keşif bir iç huzur, güven ve geleceğe zengin bir bakış açısı kazandırıyor. Yazmak insanın ruh haline iyi gelen bir ilaç olduğunu düşünüyorum. Yaşadığınız ağır duyguları boşaltıp, rahatlamak istiyorsanız kaleme sarılmanız yeterli olacaktır. Ne yazacağınız konusunda bir fikriniz olmasa bile önce karalayın, sonra saçma sapan şeyler yazın, yeter ki yazın, bir süre süre zaten yazdıklarınız rayına girip anlam bulacaktır. Ben yazmayı beceremiyorum diyenlere tavsiyem şudur; elinize kalemi alıp kağıtla buluşturmadığınız sürece yazamazsınız zaten. Defter ve kaleminizi yanınızdan ayırmayın derim.
Ben de yazarak kendimi keşfettim, yazdıkça mutlu olduğumu ve o iç huzuru yakaladığımı gördüm. Yazmak, ayna karşısında kendinizle konuşmak gibidir. Güçlü bir iletişim ağıdır, dile gelinmeyen sessiz sinemaların dilidir. Yazmak, sevdiklerinize karşı olan sessiz ifadelerinizdir.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Kişisel gelişim ve felsefe kitapları çok ilgimi çeker ama, genel olarak roman okurum. Yaş, zaman ve insanın konumu değiştikçe okuma seçeneğinin de değiştiğini diye düşünüyorum. Örneğin, lise yıllarında felsefe ve şiir kitaplarına yoğun bir ilgim varken, daha sonraki süreçlerde bu, kişisel gelişim ve roman olarak değişti. Bu değişim üniversite yıllarında Akademik kitaplarla devam etti. Eserlerini beğenerek okuduğum öncelikli yerli – yabancı şair ve yazarlar şunlardır; Halil İNALCIK, Doğan CÜCELOĞLU, Reşat Nuri GÜNTEKİN, Attila İHAN, Peyami SAFA, Fyodor Dostoyevski, Anton ÇEHOV, Aleksandr PUŞKİN, Dan FRANCK ve Stefan ZWEİG’tir.
“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Teknolojinin gelişimi hayatımızın her alanına etki etmiş durumda. Faydası olduğu kadar zararlarını da görüyoruz. Bir zaman tasarrufu sağladığı ve işlerimizin kolaylaştığını kabul ediyoruz. Bunun yanında olumsuz yansımalarını da görüyoruz. Bu biraz da bilinçli kullanıma bağlıdır.Edebiyat, toplumun en önemli kültür ayağıdır. Bunu geliştirmek her nevi hepimizin görevidir. İlle de bir eser meydana koymak gerekmez. Ona sahip olmak ve baş ucumuzda bulundurmak da bir katkıdır. Son zamanlarda sözlü ve yazılı edebiyata bir de dijital edebiyat eklenmiştir. Bu dijitalleşme süreciyle yeni eserlerin dijital ortamda üretilmesi, çoğaltılması ve okuyucuya sunulması edebiyata yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Bunun en önemli avantajı kitaplardan daha erken yayılma ve okunma imkanının sağlanmasıdır. Bugün dijital ortamda basılan bir eser yarın tüm dünyaya yayılabiliyor. Yayınevi ve yazarların dijital ortama geçme yaklaşımının sebebini, insanların gün geçtikçe internete ve sosyal medyaya olan bağlılığını gösterebiliriz. Bu dijitalleşmenin avantajları, eserlerin daha kolay çoğaltılıp yayılmasını ve daha çok okuyucu kitlesine ulaştırmaktır. Ama diğer yandan okuyucu açısından bakacak olursak, bu pek de iç açıcı görünmüyor. Bir eseri elimize alıp okumak ile dijital ortamda okumak arasında çok büyük farklar vardır. Bir aitlik hissi ve maneviyat eksikliğine yol açıyor diye düşünüyorum. Dijitalleşme demek, evimizdeki kütüphaneye yeni eserlerin katılamaması demek. Bunu uzun bir sürece yaydığımız zaman içler acısı bir tablo ile karşı karşıya kalabiliriz. Dijitalleşmenin okumanın maneviyatını ve aitlik hissini yitirdiğini ve edebiyata farklı bir eleştiri getirmiştir.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Yazmak, hem cesaret hem de ayrıcalık gerektirir. Her şeyden önce, otobiyografik bir eser yazmak başlı başına bir cesarettir. Çünkü okuyucunun direkt muhatabı ve hedef noktası sizsiniz. Biraz da kendinizi riske etmiş oluyorsunuz. İnsanlar kendilerine güvendikleri sürece yazabilirler, ama şu gerçeği de unutmamalıdır ki, yazmak bir disiplin gerektirir, bir kitap yazabilmenin en önemli şartı, iyi bir okuyucu olmaktır. Okumayı çok yönlü yapmalısınız Belli bir donanıma sahip olduktan sonra bir karar aşamasına geçiliyor ve hikayeniz ile bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu yolculukta hesapta olmayan sorun ve sıkıntılar muhakkak ki yaşanacaktır ve de yaşanması gerekiyor ama, bu pes etmeleri anlamına gelmiyor. Karşılaşılan her sorun bir olgunlaştırma ve deneyim demektir. kolay işi herkes yapar, önemli olan zoru başarmaktır. Yazmak, sabır, iyi niyet ve emek gerektirir. Neyi niçin yazdığınızı bilmelisiniz ve bu iyi niyetiniz size yardımcı olabilecek en iyi güveniniz olur. Yazacağım demeyin, kalemi elinize alın ve yazın. Hayallerinizden herkese bahsetmeyin, asıl dostlarımızı en kötü ve en mutlu günümüzde tanıyoruz.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Ülkemizde okuma yazma oranları gün geçtikçe yükselmesine rağmen, ama maalesef bu durum kitap okuma kültürüne yansımıyor. Zaten yapılan araştırmalar bu konuda Avrupa ortalamasının altında olduğumuz gerçeği var. Kadınların erkeklerden daha çok kitap okuduğunu açık ara görüyoruz. Sosyal medya ağıyla boğuştuğumuz bu dönemde, çocukların ve gençlerin psikolojik bir buhran yaşadıkları ve bunun da sosyal yaşamlarına etki ettiği ve kitaplardan da uzaklaştıklarına şahit oluyoruz. Her evde kitap okuyan bir büyüğü aramaya gerek yok, bu kültüre sahip olmak biraz da kendi çabalarıyla olacak. Ama bir gerçek de var ki bu konuda çocuklar anne ve babalarını rol model alıyor. Bazı şeyleri değiştirmek bizim elimizde, alışverişe götürdüğümüz çocuklarımıza oyuncak silah almak yerine kitap alma kültürünü edinmemiz lazım. Çocuklarımıza kitap hediye etmesini ve bunun sebeplerini anlatmamız gerekiyor.
Gençlere şunu söylemek istiyorum, sağlıklı bir iletişim ve donanımlı bir gelecek için kitap okumak şart. Değişen zamanda okumanın önemi gittikçe artıyor. Zengin bir kültüre sahip olmak için iletişim şart ve bu da kitap okumakla mümkündür. Çünkü kitap okumak, bir farkındalık oluşmasına neden olur. Farkında olarak yaşayan her ferdin hem kendine hem de topluma faydası olur.
Değerli Cihan Bey, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Bu değerli eserime göstermiş olduğunuz ilgiden ve sayfanızda bu önceliği verdiğiniz için çok teşekkür ederim.