
ÖZEL SAYGIN’DAN BİLGİLENDİRME
Fethiye’de engelli öğrencilere özel eğitim veren Özel Saygın Özel Eğitim Rehabilitasyon Merkezi; bilgilendirmede bulundu. Özel Saygın Özel Eğitim Rehabilitasyon Merkezi kurucusu Musa Acar; özel gereksinimli bireylere koşulsuz sevginin ön planda tutulmasının gerektiğini belirtti. Kurum kurucusu Musa Acar “Özel gereksinimli bireyler toplumun bir parçasıdır. Okulların açılması ile birlikte toplumsallaşmaya adım atılmış olacaktır. Toplumda sevgi ile aşılamayacak hiç bir şeyin olmadığı, özel gereksinimli bireylere koşulsuz sevginin ön planda tutulmasının gerektiğini ve toplumun birer parçası olduğunun göz aradı edilmemesini” ifade etti.
“ÇOCUK ÖNCE AİLESİ SONRA TOPLUM TARAFINDAN ŞEKİLLENMEKTE”
Özel Saygın Özel Eğitim Rehabilitasyon Merkezi Uzman Klinik Psikolog’u Zeynep Karataş; özel eğitim alan öğrenciler ve çocuklarla ilgili bilgilendirmede bulundu. Zeynep Karataş açıklamasında “Çocuklarımıza neyin gülünecek, neyin korkulacak, neyin acınacak, neyin tehlikesiz, neyin yanında durulacak bir şey olduğunu biz öğretiyoruz. Çocuğun normali; ilk önce ailesi ve sonra toplum tarafından şekillenmekte. Bu durum çocuklarımızı, yani geleceğin yetişkinlerini, özel durumlu bireyler karşısında toplum yararını daha çok gözeten, daha sağlıklı düşünce ve davranışlara sahip bireyler olarak yetiştirme konusu için de geçerli. Çocuklarımıza, Otizmli, Down Sendromlu, zihinsel ya da fiziksel bir farklılığı olan çocuk ya da yetişkinleri ötekileştirmeden hep birlikte yaşamayı, onlardan kaçmadan ve onlara destek olmayı ebeveynleri olarak biz öğreteceğiz. Çocuklarımıza özel durumlu bireyler ve yaşantıları hakkında sağlıklı, gerçekçi açıklamalar yapmak, çocuklarımızı “Ama o korkar..” diyerek ortamdan kaçırmayarak ya da “Ne kadar yazık ona iyi davranalım” demeyerek özel durumlu olmayı normalleştirmeye çalışmalıyız. Ortada korkulacak üzülecek, hor görülecek tuhaf bulunacak hiçbir şey yok ve bu çocuklarımıza da bu şekilde öğretilmeli. Onlara iyi davranmak zorundayız çünkü aynı toplum içinde yaşayan bireyler olarak biz “birbirimize” iyi davranmak zorundayız. Onlara iyi davranmak zorundayız çünkü biz herkesin yaşamına, haklarına ve sınırlarına saygı göstermek zorundayız. Çocuğunuz fiziksel zorluklarından ötürü yolda düşmüş birini gördüğünde o kişiye el uzatıp omuz mu verecek yoksa çok acıyıp üzülmeyi öğrendiği için gururu kırılır düşüncesiyle hiç görmemiş gibi yapıp ortamdan mı uzaklaşacak her şey sizin ona neyi doğru ve normal olarak öğrettiğinizle alakalıdır” dedi.
“ÇOCUKLARIMIZA VERECEĞİMİZ MESAJ NET OLMALI”
“Çocuklarımıza vereceğimiz mesaj net olmalı” diyen Zeynep Karataş “Özel durumlu olmak normal, olağan bir şeydir ve hep birlikte arkadaş olmalı, paylaşmalı ve birlikte yaşamalıyız”. Hatta bu durum toplum içinde öylesine değişmeli ki “özel” durumlu deyimini bile ortadan kaldırabilelim, ki bu durum sıradan bir durum olsun. Ayrıca çocuklarımızı bu şekilde yetiştirebilmek onlara duygularını düzenlemeyi de öğretmekte. Çocuk böylece daha önce hiç alışık olmadığı ya da görmediği bir durumla karşılaştığında kendi kendini, ne söyleyeceğini, durumu nasıl yönetebileceğini de öğreniyor ve bu anlamda bir beceri geliştirmiş oluyor. Bu normalleştirme ne işimize yarayacak peki? İlk olarak bunu kanaatimce bir zorunluluk olarak addediyorum, dünyaya gelen herkesin bir tane yaşam hakkı var ve herhangi birinin bir diğerinin sahip olduğu bu “tek” olan yaşamdan aldığı keyfi psikolojik baskı, ayrımcılık ve ötekileştirmeyle kaçırmaya hakkı olmadığını bilmek zorundayız. Yani bu normalleştirme en temelinde bizim işimize yarayıp yaramamasından bağımsız bir konu. İnsani olan işimize yarasın yaramasın bu bilinçle davranmaktır. İkincisi toplumu daha yaşanabilir, daha barışçıl, sevgi ve hoşgörüyü daha çok bünyesinde taşır, yardımlaşma ve birlikte işler yapma konusunda daha başarılı, kılacak olan bir bütün halinde dostluk içinde yaşayabilmesi ve herkesin birbirini farklılıklarıyla kabul edebilmesidir.
“BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞRENEBİLMELİYİZ VE ÇOCUKLARIMIZA ÖĞRETEBİLMELİYİZ”
Bu sebepten böylesi bir bakış açısı insanların birbirinin yaşamını felakete çevirmediği, sevginin ve dayanışmanın daha çok hissedildiği huzurlu bir toplum için olmazsa olmazdır. Üçüncü sebebe değinecek olursak, karşı tarafı ne kadar kendimizden uzakta tutarsak, ona ne kadar yabancılaşırsak bizim bu durumla karşılaşmamız ihtimalinde yaşayacak olduklarımız daha sert yaşanabilir ve kabullenme sürecimiz de o denli zor olabilir. Özel durumlu bir çocuğa sahip olmayacağımızı ya da kardeşimizin, komşumuzun, sınıf arkadaşımızın, çocuğumuzun sınıf arkadaşının, partner olarak seçtiğimiz kişinin ailesindeki herhangi bir bireyin özel durumlu olup olmayacağının garantisi hiçbir zaman yoktur. Özellikle değişen dünya koşullarıyla birlikte özel durumlu çocukların görülme sıklığına bakıldığında önceki yıllara göre göz ardı edilemeyecek bir artış gözlemlenmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde yabancısı olduğumuz, yüzleşmekten kaçındığımız uzaktan baktığımız, bakmaya çekindiğimiz, üzülerek dinlediğimiz şeylere biz sahip olduğumuzda ya da kendimiz yaşamak durumunda olduğumuzda bu kucaklayan, sevgiyle yaklaşan ve ötekileştirmeyen tutum bizi hayatta tutacak ve daha kolay bir yaşam sunacak. Özetle, kendimiz için nasıl bir yaşam kurmak istediğimiz, nasıl bir muameleye maruz kalacağımız biraz daha bizim tercih ve seçimlerimize bağlı olabilir ancak bir başkasına böyle bir konuda nasıl davranmamız gerektiği biraz daha zorundalık içeriyor. Bizimkinden farklı bir yaşama destek olmayı, saygı duymayı, hoşgörü içinde birlikte yaşamayı öğrenebilmeliyiz ve çocuklarımıza öğretebilmeliyiz ki dünya yaşaması daha kolay ve keyifli bir yer olsun” dedi.