Romanya’da Transilvanya bölgesinde, Karpat Dağlarının gölgesinde Bran Kalesi’ndeyim. Sıklıkla Kazıklı Voyvoda’nın ( Vlad Tepeş ) mekânı olarak anılsa da, Batı’nın sığ turistlerini avlamak için kurgulanmış bir yöntem olduğunu uzayan gişe kuyruklarından anlayabilirsiniz.
Germen Saksonları’nın ihyâ ettiği kale, uzun süre Avusturya-Macaristan Hanedanı Habsburglar’ın mülkiyetinde kaldı, tâ ki, 1989’da devrilen Çavuşesku rejimi tarafından kamulaştırılıncaya kadar. Sonra çıkarılan yasa ile asıl sahiplerine yani Prenses İlena’nın oğlu Dominic’e iade edildi.
Günümüzde, ABD’de mimarlık yapan Dominic, atalarının emperyal mirasının üzerinden gişe hâsılat rekorları kırıyor.
Neyse, benim konum o değil. Ben, Bran Kalesi’nin giriş koridorundaki hanedan soy kütüğünde Prenses İlena’nın gözlerine mıhlandım. İri lâcivert gözleri ve yüzünün mâsumiyetinde bir prenses şımarıklığı kesinlikle yoktu. Derin bir merakla, esrârengiz bir berraklıkla sanki bana bakıyor gözlerimizi ayıramıyorduk.
Bilindiği gibi, Avrupa Hanedanları ( hâlen de devam ettiği gibi ) birbirleri ile evlilik yaparak sıkı akrabalıklar geliştirmişler. Prenses İlena, hânedanın tatminsiz çocuğu olmadı hiç, hayat dolu olmasına rağmen neredeyse içinde doğduğu aristokrasiyi elinin tersiyle itti. Avusturya’da Kız ve İzcilik Rehberliği’ni organize ederek liderliğini yapmaya başladı. Kızıl Haç’ın kız çocuklarını koruma projelerine büyük katkılar sağladı ve fiilen içlerinde çalıştı.
İyi bir denizciydi, teknesi Isprava ile uzun yıllar nefes gezen geziler yaptı. Gittiği her yerde korumasız dolaştı, yoksul halkları ziyaret etti, yardım elini uzattı.
Annesi Romanya Kraliçe Marie’nin tek çabası prenses kızlarının Avrupa Kraliyet hanedanına mensup prenslerle evlenmesiydi. O kadar çok prensle kızını tanıştırıp evlenmesini istedi ki; içlerinde sonradan anlaşıldığı üzere eşcinseller bile çıktı.
Sonunda anne kraliçe Ilena’yı Hambsburg Hânedanından Avusturya Arşidükü Anton ile Sinaia’daki muhteşem Peleş Şatosu’nda evlendirmeyi başardı. Ilena bu evliliğe içi ısınmasa da annesinin mutluluğu için rıza göstermişti. Daha ne olduğunu anlamadan, kral olan kardeşinin sert muhalefeti ile karşılaştı. Kral 2. Carol, başka hesaplarını gizleyerek Habsburg’lu biri ile evliliğin Romen halkı tarafından hoş karşılanmayacağını ileri sürerek bu topraklardan sürgün etti.
1944 yılında şu anda içinde bulunduğum Bran Kalesi’ne geri dönüp burada yaşamaya başladı. Annesinin anısına bir hastane kurarak, orada hastalarla bizzat ilgilenmeye başladı.
Bu defa, Romanya’da hüküm sürmeye başlayan Komünist rejim tarafından yine sürgün edildiler. Viyana, İsviçre, Arjantin derken ABD’ye yerleştiler. Burada, Romen Ortodoks Kilisesi’nde çalışıp, hastane anılarını kitap haline getirdi.
Ummadığı bir anda, kocası Arşidük Anton’un boşanma talebi ile karşılaştı ve boşandılar. Muhtemelen yasak bir ilişki içinde olmalı ki; boşandıktan bir ay sonra ABD’li bir doktor ile evlendi. On sene süren evlilik yine boşanma ile neticelenince, Fransa’nın küçük bir kentinde manastıra girdi ve rahibe oldu.
Çok geçmeden ABD’ye döndü ve Pennsylvanya’da başka bir manastır kurdu emekli olana kadar baş rahibe olarak çalıştı ve ölümüne kadar da kurduğu bu manastırda kaldı.
Göz göze bakışırken o canlı lâcivert gözlerinden rahibe kıyafeti içinde ruh kırgını yorgun yüz hatlarına ve gözlerine gidip geldim.
İnsan yaşamı ne sürprizlerle dolu…
/// Romanya’dan Bulgaristan’a geçtim Rusçuk üzerinden daha sonra. Karadeniz kıyılarındaki Balchık ( Balçık ) Köyü’ne atalarımın yaşadığı topraklara geldim. Muhacirliğin acılarını hissettim, at üzerinde kış soğuğunda geçen tehcirlerde.
Burada, yukarıda bahsettiğim Prenses Ilena’nın annesi Romanya Kraliçesi Marie’nin minik inzivâ evi çıktı karşıma, üstelik bahçesinde şirin bir cami minaresi yükseliyordu.
Marie’yi anlatırım, Adriyatik Denizi’nin şirin adası Korfu’da Aşil Sarayı’nda haşmetli Habsburg İmparatoriçesi Elizabeth’in hüzünlü tek kişilik yatağını ve anılarımı anlatırım daha sonra.