Memleketimizdeki bulunduğumuz ilçe dışı mahallemizden trenle il merkezimize çıkıp varmıştım. Trenden iner inmez de geceki Mavi Tren’den dönüşüm için yer ayırtmış, biletimi de almıştım. Valiliğin bir hizmet koluyla görüşüp konuşmam gerekmekteydi.
Sonuçta Valilik asıl merkez binasının dışında, ötelerde olan o yeri bulup görüşmemi yapmıştım. Önümde epey bir değerlendirilecek zamanım vardı. Bir işi de olan kız kardeşimin ise saati henüz dolmamış olduğunu biliyordum.
Kalabalığın hiç eksilmediği o Toplu Taşıma Merkezi’ne gittim, oyalanmaya baktım.
Telefon ettiğim kız kardeşimle çarşıda buluşmayı kararlaştırdık. Bir yerlerde yedik, içtik. Yakınlardaki düğün dernek hazırlığında olan hısım akrabaya da birlikte gittik: hoş oldu. Orada çok kalmayıp yine çarşıya çıktık. Kardeşim, çay içmeye gidelim, diyerek, merkez bir yere yollandık. Bizim ünlü Paşa Camisi yanıymış. Orada bulunan Sebze-Meyve Hali yıkılmış, yerine çay bahçesi türü, geniş bir alan ortaya çıkarılmış.
Artık geceydi. Kardeşimle o çay bahçesinde bir masa bulup oturduk. Ortalık sanki ana-baba günü derecesinde kalabalık idi. Halk söz birliği etmişçesine evlerinden, apartmanlarından çıkıp oraya gelmişler gibiydi. Erkekli, kadınlı, çoluk çocuklu çok kimse oradaydı. Dediğim gibi hemen yanı başımız ise o ünlü, tarihî cami. Cami ile çay bahçesi arası, yer altında lavabolar, yüznumaralar var. Oraya da inip çıktım. Tertemiz, bakımlı bir yer. Her an temizliği de yine yapılıp durulmakta idi.
O açık alanın, yeşilliği, ağaçlığı dışındaki ortalıkyerler dümdüz; koyu renk döşeme kaplı. Yerler sanki cilalanmış gibi. Çay bahçesi öğle gözleri alan ışıklarla da aydınlatılmamış: loş ışıklı bir yer. Koca kentin ortasında, çöldeki bir vaha gibi bir işlevsellik görüyor.
O tarihî cami de oldukça ışıklandırılmış. Siz o ışıklarla da karşılaşmıyorsunuz. Yalnızca görmeneniz gereken yerlerin aydınlatıldığı gözünüze ilişiyor. Hoş mu hoş.
Derken yatsı ezanı okunmaya başlandı. Cami dibimizde. Ses aygıtlarından oldukça anlaşılır, özenli bir ezan duyuldu. Ses şiddetiyle ortalık da yıkılıp geçmedi.
Asıl şaştığım da şu oldu. Ezan okunurken de ezan okunup geçtikten sonra da o insan kalabalığında hiç de bir hareketlenme olmadı. Bir hareketlenme olacağını aklımdan geçirmedim de değil hani! İşte o bizim ilçemize özgü yarışırcasına hareketlenme, kıpırdanma, camiye yönelme hiç denecek derecede olmuştu. Oysa bizim orada öyle değildi. Ben, özellikle öylebir hareketlenme olacağını öngördüğümden çevreye, o geniş alana yayılmış çay bahçesi içindekilere bakınıvermeden edemedim; gözlemledim.
* * *
Hafta içinde, erkek kardeşimin, kışlık yakacak odun işleri için, eşinin köyüne de gittik. Gidişimiz, hazırlanmış meyve ağacı ağırlıklı odunları yükleyip getirme amaçlıydı. Orada daha önce tanıştığımız emekli taşımacı, hacı da olan kişiyle ayaküstü söyleşiye daldık.
Başat konumuz darlık, pahalılık. Bir de okumuş, ilgili alanında işe yerleşememiş kızan konusu da var. Neler anlatmadık ki! O hacı, bir kez olsun, oyunu sol kesime vermemiş. Üstelik gidişattan da yakınıyor. Bayağı bir varlık sahibi. Çalışarak kazanmış. Oysa daha küçük yaşlarda babaları kazada yaşamını kaybettiği için, bir göz odası olan hanelerinde, beş kardeş, yetim kalmışlar.
Ona, Bigadiç İlçesi’nde, yurda kesin geri dönüş yapmış, Avrupa’da çalışmış birinin, köyündeki önderliğinden söz ediverdim. O kişi, Avrupa’da gördüğü Kooperatifleşme uç örneğini köyünde yaşama geçirmiş biri olmuş. İki traktörle köyün bütün tarlalarının ekimini, biçimini, harmanını, hasadını nasıl yaptırdığını; tohumu, akaryakıtı, ilâcı, gübreyi tek kalemde ucuza alıp masraf boyutunu düşürdüğünü, o geniş geniş ayrılmış tarla sınırlarını kaldırılarak, daha geniş alanın değerlendirilmesi işini sağlamasını, sonrasında yaratılan değerin tarla ölçüsü genişliğine göre bölüşümü yapılmış çarpıcı örneğini anlatıverdim.
Bizimkisi hemen karşı çıktı. O kişiler kafasızmış. Ne denmi? Kendilerinin iki traktörü, binek aracı, koskocaman evi, köyün en iyi yerinde arazilere sahip; bağımsız biri: hiç evet der mi?
İşi bize çevirip örneğini de verdi. Bakın dedi, siz hem traktör alıp gelmişsiniz, bir de ayrıca ikinci bir araçla da çıkıp gelmişsiz. Benden başka beş kişi daha varız. Niye, hepiniz, traktöre binip gelmediniz? Diye sordu. Aklı sıra, ülkenin geldiği aşamaya sözü getiriyordu.
Sözü, benim de ağzıma verdiğinin ayırdında değiller elbet. İyi de dedim, benim bu kardeşim, yeterli emekli aylığı alsaydı da kömürünü, odununu satın alabilseydi de buralara kadar, odun için çıkıp gelmeseydi, daha iyi olmaz mı? diye söylendim. Hacının ise, dediği dedik, çaldığı düdük! Hiç işin orasını düşündüğü bile yok. Geldiğimiz yer 14 km. Ben bir 10 km. daha gideceğim. Hacı bozum olmuş. Ayrılıp giderken, kızdın sen, dedi. Ben de, dön bak hele, hiç öyle bir halim var mı, dedim. Gülüştük.
Artık, kim ne anlam çıkartıyorsa, gerisi siz okurlarıma kalmış.
Herkese iyi haftalar …