EMEK SÖMÜRÜSÜNE EN GÜÇLÜ TOKAT!…
İnsanlık tarihi boyunca insanın, insanı tutsak edip köleleştirmesi sürecinde nice canlar telef olup gitmiş, akıllara zarar işkence türleri o köleler üzerinde denenip eziyetin bin bir türlüsü o biçarelere uygulanmaktan geri durulmamıştır. Antik ve Orta Çağda o göz kamaştıran, görkemli yapıların hemen hepsinde kölelerin insan üstü emekleri olduğu gibi üretim alanlarının değişmez emekçileri de onlardı.
Roma İmparatorluğu’nda kölelerin giriştiği bir efsanevi kalkışma çok ünlüdür. Hakkında kitaplar yazılmış, yakın geçmişte de önemli gişe başarıları olan sinema filmleri yapılmıştır. Bizim yaş kuşağımız o dönemi iyi bilirler.
O köle kalkışmasının ünlü önderi Spartaküs adlı biridir. Peşine taktığı köle ordusu ile Romalı soyluların, hiç akıllarından geçirmedikleri, hayal bile edemedikleri başarısı söz konusu olmuştur. Ne var ki, o hareket, bir anda ivme kazandığı kadar kalıcı bir başarıya dönüşememiş, Romalılar ne yapıp edip canlarını dişlerine takarak işin üstesinden geldikleri gibi yenilgiye uğrattıkları düşmanlarına da çok ağır ceza vermişler; her bir kalkışma hareketine katılmış, eli silah tutmuş kişileri, bir bir karşılıklı olarak, Roma kentinin girişine kadar, aralıklarla, ellerinden, ayaklarından çivileyerek çarmıha germişlerdir. Kölelerin, o tarihte Romalılara yaşattıkları korku, dehşet unutulmazlar arasında benzersizliği ile başat yere oturmuştur.
Kölelik, yakın geçmişte, makineleşme öncesinin varlıklarınca vazgeçilmez etkenlerinin başında gelmekteydi. Varlıklıların başat zenginlik göstergelerindendi. A.B.D.’nin 1860 yıllarda yaşadığı “İç Savaş”ın sonlandırılmasında köleliğin Kuzeylilerce kaldırılma sözünün edilmesi önemli etken olmuştur. Pamuk, tütün, mısır üretimi, hayvan yetiştiriciliği ile zenginleşen Güneyliler ise o tutuma şiddetle karşı çıkmışlardır.
Osmanlı’da da, Çarlık Rusyası’nda da kölelik sürmekte idi. Büyük mülk sahiplerinin başat iş gücü kölelerdi.
Fransa’da devrimci hareketler görülmeye başlandığı sıralarda yeni bir anlayış yavaş yavaş etkili olmuş, 1871 yılında, ilk kez Paris’te Komün yaşamı gerçekleştirilmiştir. Günümüzde artık sıradan haklardan sayılan sekiz saatlik iş günü, hafta tatili, çocuk kreşleri, ücretlerin güvenceye kavuşturulması, sözleşme hakkı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi temel kavramlar o iki ayı geçik sürede bir yaşam biçimi olup çıkmıştır. Hareketin ülke geneline yayılıp yaygınlaştırılmasının önüne geçen varlıklı kesim ise o tepeledikleri yeni oluşum önde gelenlerini ve direnç gösterenleri Paris surlarının diplerine gömmüşler, kabarıklık yapmasın diye de o gömütlerin üzerinde toprağı sıkıştırdıklarına kanaat getirinceye kadar da tepinip durmuşlardır.
İşte o süreci iyi gözlemleyip irdeleyen Karl Marx’da ünlü çalışması olan Kapital‘i yazmıştır. O çalışmasını da bayağı bir uzun zamana yaymıştır. O çalışma ki, yeni bir köktenci devrimci anlayışa damgasını vurmuştur.
Rusya’da devrin ilerici kesimince kendine uygulama alanı bulan o anlayışa kıyısından bucağından katılan Kafkasya’da bir Gürcü Toprak Kölesi’nin oğlu olan Stalin, harekete ivme kazandıranlardan biri olup çıkmıştır. Sürekli el altından o gizli saklı dağıtılan yayınları izlemiş, yöresindeki hızla büyüyüp gelişmekte olan Petrol Çıkartma ve İşleme İşlerinde çalışan işçileri eylemlere hazırlamış, hak hukuk arayış uğraşı vererek, o konuda ön alan biri olmuştur. Hareketin diğer önde gelenleri iyi eğitimli, varlıklı aile bireyleri iken, yalnızca o, babasız bir çocuk olarak, din içerikli eğitim veren okula, annesinin yalvar yakar çabasıyla kabul edilmiştir. O, yatılı okulunda da okuduğu kitaplar, takındığı tutum ve davranışları yüzünden atılan yok yoksul haliyle yaşama tutunmaya çalışmış biridir.
Stalin’in güvenlik güçlerindeki ilk resimli kaydı.
Tekin biri olmadığından hareketle onun peşini Çar’ın güvenlik güçleri de hiç bırakmamış, önce tutuklayıp mahkûm etmişler, belli bir süre cezaevinde yatırmışlar, sonrasında da Sibirya’ya sürgüne göndermişlerdir. Bir yolunu bulup oralardan kaçıp kurtulduğunda da yakalanmamak için kadın kılığında köylerde saklanmak zorunda kalmıştır.
Yaşamın cilvesi işte; o kişi, günü gelmiş “1917 Bolşevik Devrimi” sonrasında, varlıklıların çanına ot tıkayan yönetimin başı olmuş; asırlar öncesinin köle kalkışmasının kanlı bastırılmasının öcünü de onurunu da bir toprak kölesi oğlu olarak, o almıştır. Bir zamanlar kendi dava arkadaşlarının sürülüp kimisinin hasta olduğu, kimisinin ise akıl sağlığını yitirdiği, çetin koşullara sahip o Sibirya’ya, bu kez, devrime direnen, varlıklı, zengin; yok yoksul kesimin sırtından geçinmiş kişileri, çalışma kamplarına yönetimin başı olarak o(!) göndermiş, kimilerinin de canına okumuştur.
Paris’te, 1871’de, 70 günlük kısa ömürlü yaşama geçirilen o komün deneyimi, daha atılımcı bir ruhla ete kemiğe bürünmüş olarak uygulama alanı bulduğu geniş Rus Coğrafyası’nda, “Ve Çeliğe Su Verildi” nitelemesi ile bir romana da konu edilmiş; neredeyse bir asır sayılacak 70 yıl gibi bir süre egemen olabilmiştir.
“STALİN II Bir devrimcin hayatı”(*) atlı, kapsamlı, hiç sayfaları bile kesilip açılmamış kitabı geçen hafta içerisinde okudum bitirdim. Yukarıdaki duygu ve düşüncelerim o yüzden böyle oldu.
İyi haftalar…
____________________
(*) Stalin II/Bir devrimcinin hayatı/Isaac Deutscher/399 Sayfa/1969 Basımı/Ağaoğlu Yayınevi/İstanbul
Not: Bu yazımın ilk basımı 6 Ocak 2020’dir.