Merhabalar dostlar.
Dört buçuk aya varan memkekette kalış sürecimizi sonunda bitirdik. Asıl ikâmetgâhımız olan Fethiye’mize çıkıp gelebildik.
Bir çeyrek yüzyıla varmış olan çakma Fethiyeli oluşumuzdan bu yana hiç öylesi uzak kalışımız da olmamıştı. Geçen seneki Fethiye’den ayrı kalışımız da az değildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse de daha henüz kendimize gelebilmiş değiliz. Uyum sağlama da hemen olmuyor. Gelir gelmez, eşim, hemen Sağlık Ocağı’nın yolunu tuttu. Ben de kahvede başıma dikiverdiğim soğuk sudan olsa gerek, keyfim kaçmış bulunuyor. Durdum duramadım, eşimin ilâçlarından olan haplarından birini gece geç saatte almayı akıl ettim.
Sonrasında da o beden kırgınlığımdan şöyle ya da böyle yakamı kurtamış sayılırım. Ancak burnmu çekip durmadan da edemiyorum.
O uzun yola çıkarken aracımızı da eşimin, tarhana dışındaki kış hazırlıkları olan domatesi biber salçaları, kızılcık marmelatları, şeftali reçelleri, acı biber-acur salatalık turşuları, kendi yetiştirdiğimiz balkabakları, patlıcanından, biberinden, domatesinden ayrı ayrı torbalar dolusu oluşan erzakımızla o denli yüklemişiz ki, makasları olsaydı herhalde ters döneceklerdi; haftanın ikinci iş günü sabahı yola çıkıp gelmemize karşın, aracımızı halen de boşltabilmiş değildik. Cuma pazarına bile yüklü olarak aracı alıp götürmüştüm. O gün eşim telefon edip ardım sıra pazar yapmaya gelecek ya araçla kahveye geliyorum. Hep öyle yaparız.
Eşim da telefon edip aradığında, ben aracı boşaltacaktım deyip çıkmıştı.
Aldıklarımızı da öne, koltuk dibine yerleştirdik. Bir çuval da arkaya, bagaja atabilmiştik. Araç henüz bayağı doluydu.
* * *
Geleyim asıl konuma…
Bir yakınımız vardır. Zamanında bayağı sahip çıkmamıza karşın gençliğin vardiği o delişmenlikle, bizim önermelerimiz sonucu yerleştirdiğimiz devlet işinden çıkıp gitmişti.
Sonrasında çok sıkıntılar çekti. Bizi de oldum olası üzdü.
İşin ta başında yaşamın kolay olmayacağını öngörenlerdendik. Büyük olarak hem benim büyüğümü, hem kendisinin bir büyüğü olarak beni de dinlememiş, başında kavak yelleri, bildiğini okumuş, dikbaşlılık etmişti.
İşte öylesi bir gidişatta yıllar hızla geçmişti. Kendisini aile olma yolunda başgöz ettiğimizde çoluğa çocuğa da karışıvermişti.
Bir emekçi olarak yaşamını kazanıyordu. Çok hakkını yedirmiş, mağdur olmuştu. Devlet kapısında bizim açtığımız yerlere sırt çevince de dünyanın kaç bucak olduğunu yaşayarak öğrenmişti.
Dara düşünce bir yakınımızdan borç istemiş. Baba ve iki oğulun işlettiği iyi iş çıkartan bir kahve sahibiydiler. Nereden baksanız on, haydi yirmi çay parası kadar bir tutar. Verememişler. Kişi, yoksa bile o kadarını bulup buluşturur, ne yapar eder, verir. Çevreniz var.
Bizimkisi şimdilerde emekli biri. Soruyorum, o yakınımızı görüyor musun, diye? Bizimkisi durup bir çift söz etmeyi geçtim, selâm bile vermiyormuş. Düşünüyorum da HAKLI!
Aynı doğrultuda siyaset yaptığımız bir arkadaşım da ta oralardan tutup aramış. İyi hoş. Bizimkisi, gidip kendisinden borç istemiş. Askere gidecek oğluna harçlık verecekmiş. O sıra üzerinde olmayınca gidip ona istemiş. Arkadaşım da kasada olanı eline tutuşturmuş. İyi de beni olaydan haberdar etmesi gerekir miydi? Aklıma takılmadı değil hani!
Buralara kadar, yanımıza yöremize bildik, tanık diye dostlarımız çıkagelmişlerdi. Birlikte gezdik tozduk. İyi de eğlendik. Eşi eşimle, ben de kendsiyle öteden beri iyi anlaşırız.
Söz etmese iyiydi belki ama işte duramamış, o yakınımızın kendsinden borç istediğini, dile getirivermişti.
Buralarda tatil yapacaksın, dara düşmüş bildik birine borç vermekten kaçınacaksın. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, denmez de ne denir, siz söyleyin.
Ayrılacakları gün kendisine o yakınımızın istediği borç tutarı kadar bir parayı eline verdim. Gittiğinde ona vermesini söyledim. Anlasın istedim. Tez yaşamdan koptu; kendileri şimdi aramızda değiller.
Bizim o yakınımız da kırsalda kafasına göre bir yaşam kurdu. Emekli geliri olduğu için de kolayca banka borcu yapabiliyor. Hatta borçlarını ikilettiği de oluyor. İşsizliği de pek olmuyor; çalışıyor.
Birtakım hareket ve tavırlar ise hiç unutulmuyor. İçimizi de acıtıyor.
Onca değinecek konu arasında bu kez de böylesi bir tarzı ele almadan edemedim. Başkalarının insanlığına söz ederken kendimizinkilere niye değinmeyelim?
O borç istemek olayı, nasıl bir umut ve umutsuzluk içerir, hiç bilir misiniz? Bir kere, çok seçeneğiniz de yoktur. Eliniz boş dönüp gittiğinizde dünyanız başınıza yıkılırken, acaba başka kime gitsem, düşüncesi sizi yer bitirir.
Öyle bir düşünce duyarlılığı taşıdığım için, onca öne çıkartacağım konu arasından bu boyutu ele almadan duramadım işte. Ben insancıl olandan yanayım. Böyle de kalacağım.
Herkese iyi haftalar…
______________
Not: İlginçtir, Bahriye Üçok Halk Evi’nde grup konuşmalarımızda bazı bazı sesimi yükselltğim de oluyor. Sözümü bitirmeme izin vermeyen birilerine çıkışırken oluyor bu. Karşıtlık ille de oluşacak ya, çevremizi rahatsız etmeyelim, diye uyaran birimiz çıkıyor. Hep de aynı kişi. Çevremize bakınıp soruyoruz, rahatsız ediyor muyuz, diye. Verdikleri yanıt şaşırtıcı oluyor. Hayır, hayır, ilgiyle dinliyoruz, diyorlar. İlginçtir o yapılan uyarı da boş çıkıyor, iyi mi?